22 Kasım 2024 Cuma

Petra Antik Kenti

Petra: Ticaretten Doğan Mimarlık Harikası

M.Ö. 1. yüzyıl sonlarında şimdi Ürdün sınırları içindeki Petra antik kentinde yaşayan bir Yunan filozofu, gördüğü çokça şeye büyük hayranlık duydu. Coğrafyacı Strabon’un bir arkadaşı olan Athenodoros, bu Nebati başkentini “birçok Romalı’nın ve başka birçok yabancının” Nebati halkı arasında yaşadığı kozmopolit bir kent olarak nitelendirdi. Sadece yabancıların “birbirleriyle ve yerlilerle davalı duruma düşmeleri, buna karşılık yerlilerin birbirlerine dava açmamaları ve birbirleriyle barışık olmaları” dikkatini çekti. Kavgacılıktan uzak oluşlarını “son derece iyi yönetilmeleri”ne bağladı. Servet edinmeye karşı olumlu tutumlarını, müzikli eğlence eşliğindeki ziyafetlerini, kralın “debdebeli içki âlemleri”ni ve bu âlemlerde “kimsenin on bir kadehten fazla içmemesini, her seferinde ayrı bir altın kadeh kullanması”nı da beğendi.


 

Petra antik kentinin yukarısındaki bir dağda tek başına duran Deyr’in (Manastır) muazzam ön cephesi.

Bu şatafatlı yaşam tarzına bakılırsa, bu süzme Yunan filozofu diğer Nebati alışkanlıklarını herhalde biraz yadırgamış olsa gerek. Öncelikle çok az kölenin olmasından dolayı, herkes sırasıyla kendi işini görmek ve ötekilere hizmet etmek durumundaydı; kralı bile kapsayan garip bir eşitlikçi uygulamaydı bu. Böyle “demokratik” eğilimler arasında, kralın “hak meclisinde krallık işlerinin hesabını vermesi” ve kadınlara başka ülkelerdeki normun bir statü tanınması vardı; yönetim kademesi açısından bu durum kraliçenin kralla , yer aldığı sikkelerde apaçıktı.Petra: Ticaretten Doğan Mimarlık Harikası

Petra Bölgesinin Konumu

Athenodoros ona yakın dönemde yaşayan Sicilyalı Diodoros’un, Büyük İskender’in subaylarından birinin M.Ö. 4. yüzyıl sonlarında Nebatilere ilişkin ilk ağızdan anlatımına yer verdiği Library of Hirtory [Bibliotheke Historike] adlı eserinden haberdar olsaydı, bu ilginç Arap halkının geçirdiği köklü değişimi kavrardı. Üç yüzyıl önce birçok Nebati büyük ölçüde çöllük arazide bir su kaynağından ötekine sürüsüyle birlikte dolaşmaya dayanan göçebe çobanlığı hâlâ sürdürmekteydi. Çölü ve kıt kaynaklarını yakından tanımanın deve biniciligindeki ustalıkla birleşmedi, diğer kabilelerin daha güçlü yerleşik halklara yeni düştüğü bir dönemde Nebatilerin bağımsız kalmasını sağladı. Ama değişimi yaratan şey başka bir unsurdu; kârlı buhur ve mürrüsafi ticaretine bağlı olarak artan zenginlik, güvenli yerleri ve yerleşik bir yaşam tarzını gerektirdi. Daha merkezî bir devlet örgütlenmesinin gelişmesiyle birlikte, Nebatîler komşu Yahudiye’yle, Seleukos Suriyesi’yle ve Ptolemaios Mısırı’yla temasa (ve çoğu kez çatışmaya) girdiler. Bu gelişme onları Roma’nın yeni ve açgözlü iktidarıyla da karşı karşıya getirdi .

Petra: Ticaretten Doğan Mimarlık Harikası
Petra’nın oyma ön cephelerinin en gösterişlisi, kayalıklardan geçen ve kente ana girişi oluşturan uzun yarığın sonundaki Hazne’dir. Adı yerel folklordan gelse de bezemelerindeki cenaze simgelerinin zengiliği bu yapının Nebati ölü kültüyle ilişkili olduğunu gösterir.

M.Ö. 65’te üretken Nebati kralı III. Aretas, Kudüs’te krallıktan devrilen Haşmonayim hanedanı mensubu II. Hyrcanus’un danışman Antipatros tarafından, onun tahtı geri alma girişimini desteklemeye ikna edildi. Çatışma yeniden başlayınca, karısı Nebati kraliyet ailesinden olan Antipatros, çocuklarını güvende olmaları için Petra’ya gönderdi. Kalilede 25 yıl sonra kral olarak Yahudiye’nin başına geçecek olan genç Herodes de vardı; böylece gelecekteki hasımlarını ve onların antik dünyanın en güzel ve en özgün kentlerinden birine dönüştürmekte oldukları başkentlerini önceden şahsen tanıma fırsatını buldu. Bir zamanlar çadırlarda oturan Nebatîler artık becerikli mimari tasarımcılardı ve çöl kuyularını kullanmaya kadim yatkınlıkları gelişip büyük ölçekteki bir yaratıcı hidrolik mühendisliğine dönüşmüştü; kanallarla bu çöl başkentinin her köşesine taşınan su, gösterişli bahçe havuzlarının keyfini sürmeye bile yeterliydi. Herodes de aynı hüneri kapacaktı.

Petra’nın Mimarisi

Şekillerin, dokuların ve sonsuz kızıl kahverengi tonlarının nihai kıvrılışlarıyla belirlenen kumtaşı dağlarıyla çevrili Petra’nın günümüzde Sig olarak anılan ana girişi, kayalıkların arasındaki uzun doğal yarıktan geçerdi. Bu gölgeli ve esrarlı boğazda hiç kuşkusuz bir ölçüde ürperen ziyaretçilerin duyduğu huşu, alacakaranlıktan çıkışta Hazne’nin mutlaka mezar olmasa bile, cenaze çağrışımları uyandırıcı hir ikonografisi ulan ışıltılı oyma ön cephesiyle yüz yüze gelince daha da artardı. Muhtemelen IV. Aretas’ın uzun döneminde (M.Ö. 9 – M.S. 40). Nebati Krallığı’nın altın çağında oyulan yapının tasarımı, başta Deyr’in olmak üzere başka bir dizi ön cepheye ilham verdi. Ancak Hazine’nin aksine, Deyr’in ön cephesi insan formlarıyla süslenmedi ve İskenderiye üslubundaki gösterişliliğin yerine daha sade ve özgün Nebati sütun başlıkları geçirildi.

Petra: Ticaretten Doğan Mimarlık Harikası
Petra antik kentinde yer alan, kayalara oyulmuş kızıl tiyatro.

Petra, MÖ 1. ve MS 1. yüzyıllar boyunca, tanrılara ibadet edilecek kutaklar açmak üzere dağların üst kısımları düzleştirilirken ve bu yüksek yerlere ulaşmak üzere tören merdivenleri oyulurken, kazma ve keski şıkırtılarıyla çınlamış olsa gerek. Kumtaşı uçurumlara çok çeşitli üsluplarla ürkütücü güzellikte ön cepheler oyuldu; cephelerin büyük bölümünde Asur kuzgun merdiveni olarak bilinen basamak düzeninin bir biçimi kullanılırken, birçoğunda alınlık, gömme sütun, korniş, friz ve taçkapı gibi klasik unsurlara yer verildi. Bunların arkasındaki sade bölmelere ölüler gömülürdü. Bazı yapı ustalarının işi ise değişen ihtişam derecelerinde tapınaklar, kamu binaları, saraylar ve şahsi evler inşa etmek üzere ocaklardan taşlar çıkarmaktı. Bir zamanlar kentin ortasından geçen engebeli yol, çeşitli dönemlerde düzeltilerek yenilendi ve sıra sütunlu bir sokağa, günümüzde Kasrü’l-Bint olarak bilinen ana tapınağa giden görkemli bir güzergâha dönüştü.

Son Nebati Kralı

Son Nebati kralı II. Rabbel’in döneminde, Romalılar çevredeki krallıkları ortadan kaldırmıştı; kuzeydeki Suriye, güneybatıdaki Mısır ve batıdaki Yahudiye birer Roma eyaletine dönüşmüştü. Herhangi bir kaydın olmamasına karşın, Rabbel’in ölüm tarihinin M.S. 106, yani Suriye’nin Roma valisi Cornelius Palma’nın Ortadoğu Roma haritasındaki bu tek eksik alanı imparator Traianus adına yeni Arabistan eyaletine bağladığı yıl olarak kabul edilir. Geçiş şaşırtıcı ölçüde barışçıl oldu. Roma uyruğuna giren Nebati halkı çoğunlukla bulunduğu yerde kaldı ve günlük yaşamını aşağı yukarı eskisi gibi sürdürdü; ama vergiler artık yeni Romalı yetkililere ödenir oldu.

Petra: Ticaretten Doğan Mimarlık Harikası
Petra’ya yukarıdan bakan doğu uçurumuna oyulmuş Kraliyet Mezarları’ndan biri olan Um Mezarı. Hiç bir Nebati yazıtında asıl sahibinin belirtilmemesine karşın, kayaya oyulmuş geniş bölmesindeki resimli bir Yunan yazıtı, 446/447’de bir kilisiye çevrildiğini kaydeder.

Depremler bölgede sıkça tekrarlanan bir sorundu. M.S. 113/ 1144’teki deprem birkaç binanın onarılmasını gerektirdi. M.S. 363’teki başka bir deprem daha ağır yıkıma yol açtı; yıkılan binaların birçoğu yeniden inşa edilirken, bazıları ancak kısmen onarıldı, bazıları ise terk edildi ya da kentin her yanında süren yeni inşa projelerine malzeme sağladı. Nebatîler arasında Hristiyanlığın yayılmasıyla birlikte, bu yeni projelere, birkaçı yıkık binalardan sökülmüş Nebati yapı unsurlarıyla süslenen kiliseler de katıldı.

İslam’ın 7. yüzyılda bölgeyi fethinden sonra, Petra ciddi bir gerileme sürecine girdi. Hayatını başka yerde sürdürme seçeneği olanlar hiç kuşkusuz daha üretken ticaret ya da tarım merkezlerine taşındılar; 1993’te bulunan 6. yüzyıla ait bazı papirüs tomarlarından, toprak sahibi bazı ailelerin kent dışındaki kır malikânelerine yerleştiğini biliyoruz. Daha az seçeneği olanlar ise çökmeye yüz tutan kentte kalarak, ellerinden geldiğince geçimlerini sürdürdüler. Petra 19. yüzyıl başlarında yeniden keşfedilinceye kadar, Batı dünyası için meçhul diyardı.

Kaynakça:

  • John Julius Norwich – Antik Dünyayı Şekillendiren Kentler.

Not : Tulpar Teması tanıtımı için yayınlanmış yazıdır boş boş yazı olacağına tarih bilgi kultür yazıları olsun istedim

Hititler: Anadolu’nun Bin Tanrılı Uygarlığı

Hititler

Proto-Hitit olarak da nitelendirilen Hattiler’den sonra Anadolu’ya yeni bir akın oldu. Bu yeni gelen kavim Kızılırmak’ın kavisi içine yerleşti (M.Ö. 2000). Bunlar birçok prenslikler kurdular. Bu kavme tarihte “Hititler” adı verilmişti. Hititler’in tarihi iki kısma ayrılır:

a. Eski imparatorluk,

b. Yeni imparatorluk.

Hititler

a. Eski İmparatorluk

Naşaş şehri prensinin oğlu “Annitaş” M.Ö. 1900 yılında bütün prensliklere hâkim olarak ilk defa Hitit birliğini kurmaya muvaffak oldu. Bu Hititler Naşaş dili konuşmakta idiler. Annitaş’tan sonra bu devletin en ünlü hükümdarı “Labarnaş” idi. Labarnaş adı Hititler’de daha sonra Büyük Hükümdar” unvanı olarak kullanılmıştır. Bu hükümdar zamanında devlet bir imparatorluk hâline geldi. Labarbaş Kapadokya bölgesini aldıktan sonra Toroslar’ı da istilâ etti. Batı Anadolu’daki Lüvililer’in de üzerine bir sefer açtı. Labarnaş’tan sonra hükümdar olan “I. Hattuşili” zamanında Hititler’in siyasî nüfuzları Suriye’ye kadar uzandı.

Hititler - Aslanlı Kapı - Hattuşaş
Hattuşa Aslanlı Kapı rekonstrüksiyonu

Eski Hitit İmparatorluğu en yüksek devrine “I. Murşili” zamanında ulaşmıştır. Birinci Murşili hükümet merkezini “Hattuşa-Boğazköy”e nakletti. Bu devirde Hattiler’le Hititler tamamen kaynaştılar (M.Ö. 1810). Birinci Murşili Halep şehrini istilâ ederek burada bulunan prensliği kaldırdı. Kargamış Hititler’in topraklarına katıldı. Bundan sonra I. Murşili ordusuyla Bâbil üzerine yürüyerek bu şehri de yağma etti (M.Ö. 1800). Ancak daha sonra I. Murşili âsilzadeler tarafından öldürüldü. Bunun neticesi olarak iç karışıklıklar çıktı. Hitit Devleti bir asır kadar entrikalar ve ihtiraslar yüzünden zayıf düştü. Birçok bölge Hititler’in elinden çıktı. Bu karışıklık “Telepinuş” zamanına kadar sürdü. Bu hükümdar iç mücadelelere son verdi. Bir de kanun yaptı. Fakat yine iç karışıklıklar devam etti. Hitit tarihi iki asır kadar sönük geçti. Bu zaman Hurriler’in egemenliğine geçtikleri tahmin edilmektedir.

b. Yeni İmparatorluk

İki asır durgunluktan sonra Hititler’in tekrar birliklerini kurdukları görülmektedir. M.Ö. 1450 tarihinde “II. Tuthaliya” adlı bir hükümdar yeni hükümdarlığı kurmaya muvaffak oldu. Bu hükümdar Mitanniler’in üzerine yürüyerek Halep’i tekrar aldı. Bundan sonra “II. Hatuşili” Suriye’de birtakım yerler ele geçirdi. Ancak yine iç karışıklıklar çıktı. Bu defa Hititler’in başına “Unutulmaz Ata” unvanını alan “Şuppiluliuma” geçti (M.Ö. 1300’ler). Bu hükümdar Anadolu’da Hitit egemenliğini yeniden kurdu.

Hititler - Şuppiluliuma
Şuppiluliuma heykeli

Cesur bir komutan iyi bir politikacı idi. Suriye prensleriyle anlaştıktan sonra Halep’i sonra da Kadeş’i zapt etti. Mitanni kralının oğlunu damat edinerek bu devleti de egemenliği altına aldı. Mısır Firavunu’nun (Tutankhamon) dul karısı Şuppiluliuma’dan kendisine koca olmak üzere oğullarından birini göndermesini rica etti. Fakat Mısır’a giden genç prens öldürüldü. Şuppiluliuma da bulaşıcı bir hastalıktan öldü. Tekrar iç mücadeleler baş gösterdi. Yerine oğlu “II. Murşili” geçti. Uzun bir mücadeleden sonra iç durumu düzelten II. Murşili Van ve Adana bölgelerini zapt etti.

Kadeş Savaşı

II. Murşilİ ölünce yerine oğlu “Muvatalliş” geçti. Bu hükümdarın ilk devrelerinde Hitit ülkesi karışıklıklar içinde kaldı ise de sonradan iç karışıklıklara son verilerek Anadolu’daki birlik tekrar güçlendirildi. Ancak Mısırlılar Suriye’ye kadar sınırlarını genişletmek istiyorlardı. Çünkü bu bölge ticaret ve ekonomik kaynaklar bakımından önemliydi. Mısır Firavunlarından “I. Seti” Suriye’ye topraklarına katmak üzere bir ordu ile Kadeş’e kadar geldi. Mısırlılar’ın Suriye’ye hâkim olmaları Anadolu için bir tehlike teşkil ediyordu. Bu sırada Hititler’le Amurru prensleri arasında bir anlaşmazlık çıkmıştır. Seti’den sonra Mısır Firavunu olan “II. Ramses” bunu bahane ederek 20.000 kişilik bir ordu ile Suriye’ye yürüdü.

Hititler - Kadeş Savaşı
Kadeş Savaşı

Muvatalliş Mısırlılar’ın saldırısını öğrenince büyük bir ordu hazırladı. 3.500 savaş arabası ve 20.000 askerden mürekkep Hitit ordusu Mısırlılar’ın üzerine yürüdü. Mısır ve Hitit orduları M.Ö. 1295 tarihinde “Kadeş” önünde harbe tutuştular. Böylece ilk çağların en büyük bir meydan savaşı Kadeş’te meydana geldi. İlk hücumda Hitit savaş arabaları Mısırlılar’ı perişan etti. Hitit askerleri yağmaya koyuldukları sırada II. Ramses ihtiyat kuvvetlerini bunların üzerine gönderdi. Savaş yeniden başladı, ancak savaşın kesin sonucu belli olmadan her iki ordu harp sahasından çekilip gittiler. Kadeş ve Kuzey Suriye Hititler’e bırakıldı. Muvatalliş’in ordusundaki ücretli askerler isyan ettiler. Bu zamanda Muvatalliş öldürüldü. Yerine “III. Hattuşili” geçti. Asurîlerin Suriye üzerine yürümeleri üzerine Hititler’le Mısırlılar anlaşmaya mecbur kaldılar.

Hititler - Kadeş Savaşı
Kadeş Savaşı

Mısır Kralı “II. Ramses” ile Hitit İmparatoru “II. Hattuşili” arasında “Kadeş Antlaşması” imzalandı. Bu muahedeye göre Kuzey Suriye Hititler’e bırakıldı. Herhangi bir saldırı karşısında taraflar birbirlerine yardım edeceklerdi. Bu antlaşma dünyada yapılan ilk siyasî antlaşma olarak bilinmektedir. Antlaşmanın bir metni Mısır’daki Karnak Mabedi’ne bir sureti de Boğazköy’e asıldı.

Hitit İmparatorluğu’nun Yıkılışı

III. Hattuşili’in ölümünden sonra “Gasgalar” adlı bir kavim isyan çıkardı. O sıralarda Asurîler de Anadolu’ya doğru tecavüze başladılar. Bununla beraber Avrupa’dan “Deniz Kavimleri” akını da başladı. Anadolu’nun birliği bozuldu. Her taraf anarşi içinde kaldı. Bu esnada 1200 yılında “Frigler” ve “Muşkiler” Hattuşaş şehrine girerek Hitit İmparatorluğu’na son verdiler. Bir kısım Hititler Toroslar’ın doğusunda prenslikler kurdular. Bunların en önemlisi “Kargamış” prensliği olmuştur.

Hitit Medeniyeti

Hitit İmparatorluğu ilk devirlerde küçük küçük prensliklerden vücuda gelmiş feodal birer devlet hâlinde idiler. Sonradan bu prensliklere valiler gönderilerek bunların hepsi merkezdeki krala bağlandı. Hitit kralları aynı zamanda dinî reislerdi. Muharebelerde ise başkomutandılar. Kral kendi veliahdını seçer, bunu da “Pankuş” denilen asiller meclisi tasdik ederdi.

Hititler - Boğazkale Hattuşa
Boğazkale Hattuşa

Kralın birinci eşi “Tavanna” unvanı ile kraliçe olurdu. Kraliçe, kral olmayınca onun yerine hükümdarlık edebilirdi. İç ve dış düşmanlara karşı kendilerini korumak için kuvvetli bir orduya sahiptiler. Orduları arabalı süvari ve yaya olmak üzere iki kısımdı. Silah olarak kılıç ve mızrak kullanmakta idiler. Ordularında ücretli askerler de bulunmaktaydı. Hititler de hukukta kuvvetliydiler. Hükümdarların yaptıkları kanunlar da vardı. Ceza kanunları, evlenmeye ait hükümleri pek insanî idi. Evlenme bir mukavele ile icra edilirdi. Mirasa ait kısımları da kuvvetliydi.

Din

Hititler’in birçok tanrıları vardı. En büyük tanrıları “İştabu” adlı güneş tanrısıyla devletin kurucusu “Arinna” idi. Hitit İmparatoru Arinna’nın başrahibi addedilirdi. Bir de neşvünema tanrısı “Ana” gelmektedir. İmparatorluk içine giren milletlerin ve komşuların tanrılarını da mukaddes sayarlardı. Bunlar arasında “Hurriler”in “Teşup” adlı tanrısı “Luviler”in “Sandas” mabudu Sümerliler’in “İştar” adlı güzellik ilâhesi de vardı. Bunlara göre mabutlar insanlar gibi evlenirler, yer ve içerlerdi. Mabetler tanrıların evleri idi. Mabede tanrının bir heykeli yapılırdı. Bir de âyin salonları bulunurdu.

Hititler - Yazılıkaya
Yazılıkaya, Çorum ilinde, Hitit başkenti Hattuşa antik kentinin 2 km kuzeydoğusunda yer alan, doğal kayalar arasına yapılmış Hitit açık hava tapınağıdır. Kayalar arasındaki iki açıklık Hitit tanrılarını resmeden rölyeflerle işlenmiştir ve Hitit döneminden kalan en önemli anıtsal eserlerden biridir.

Dinî âyinleri imparator merasimle idare ederdi. Vilâyetlerde mâbetleri valiler muhafaza ederlerdi. Mabetlerin iki sınıf rahibi vardı. Törenleri idare eden Krala ve ona mensup büyük rahipler, diğeri de mabede hizmet eden küçük rahiplerdi. Mabuda dilim hâlinde ekmek ve şarap ikram ederlerdi. En büyük dinî bayramları Fırtına ilâhının Yılan İlliyanakşa galebe ettiği güne aitti. Hititler’in inançlarına göre insanların mukadderatını tanrılar tâyin ederdi. Tanrıların arzularını insanlara rüya ile bildirdiğini zannederlerdi. Fala ve kehanete çok inanırlardı.

Edebiyat, Tarih ve Sanat

Hititler Sümer kültüründen çok faydalanmışlardı. Bunlar çivi yazısını onlardan öğrenmişlerdi. Mezopotamya edebiyatından birçok eserleri dillerine tercüme etmişlerdi. Hititlere ait birçok destanlar, efsaneler, tarihî eserler bulunmuştur. Hititler Sümerler’den matematik, astronomi ve tabiat ilimlerini de almışlardı. Tarih olaylarını yıl yıl ilk defa kaydeden Hitit tarihçileri olmuştu. Bunlar eski olayları da yazmışlardı. Hititler’e ait birçok “Anal”ler bulunmuştu. Olayların kritiğini olduğu gibi hiç çekinmeden yapmışlardı.

Hititler - Savaş Arabası
Hitit Savaş Arabası

Hititler saray kapılarına aslanlı sfenksler koymuşlardı. Birçok mabetler de yapmışlardı. Bilhassa Hitit kabartmaları çok güzeldir. Yaptıkları heykeller bir değer taşımaktadır. Alacahöyük’te çıkan kabartmalar, sfenksler ve av sahneleri sanat bakımından çok kıymetlidir. Boğazköy civarında “Yazılı Kaya”da din hayatını gösteren sahneler, mabutlar, aslan heykelleri de bulunmuştur. Hititlerde keramik işleri de ileri gitmişti. Kazılarda birçok da mühürler bulunmuştur. Hititler’in müziğe de önem verdikleri bilinmektedir.

Kaynakça:

  • Karauğuz, Güngör; Boğazköy Ve Ugarit Yazılı Belgelerine Göre Hitit Devleti’nin Siyasî Antlaşma Metinleri, Konya 2002, s. 280.
  • Kınal, Füruzan; Eski Anadolu Tarihi, Ankara 1962, s. XVI + 290 + 14 Levha.
  • Memiş, Ekrem; Eskiçağ Türkiye Tarihi (En Eski Devirler’den Pers İstilasına Kadar, Konya 2002, s. XIV + 312.
  • Seher, Jürgen; Hattuşa Rehberi, Hitit Başkentinde Bir Gün, İstanbul 2002, s. VI + 188 + 1 Kroki.

 

Not : Tulpar Teması tanıtımı için yayınlanmış yazıdır boş boş yazı olacağına tarih bilgi kultür yazıları olsun istedim

Atatürk’e sevgi seli

Anıtkabir'deki resmi törenin ardından binler Anıtkabir'e koştu. Anıtkabir'deki tören sırasında sloganlar atılıp, Andımız okunurken, bir vatandaşın aniden mozelenin üstüne kapanması dikkat çekti. 10 Kasım Atatürk’ü Anma Günü kapsamında çok sayıda motosiklet sürücüsü saat 09.05’de Boğaziçi Köprüsü’nden geçti. Vatandaşlar etkinliğe çocukları ile katıldı.


 

 İstanbul’da Taksim Cumhuriyet Anıtı’nda düzenlenen anma törenine Vali Ali Yerlikaya, Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve 1. Ordu Komutanı Orgeneral Musa Avsever ile vatandaşlar katıldı. Saat 9.05’te sirenlerin çalmasıyla saygı duruşunda bulunuldu. İstanbul’da ayrıca Kadıköy’de 6.5 kilometrelik insan zinciri oluşturuldu. Binlerce kişi ellerinde Türk bayrakları ve Atatürk posterleriyle zincire katıldı. Anma törenine denizden de kanolar, su jetleri ve tekneler sirenlerini çalarak eşlik etti. Maltepe’de 16 dalgıç Ata’ya Saygı Dalışı yaptı. Atatürk âşığı İngiliz ressam Ned Pamphilon’a ait ‘Atatürk´ün Gözleri’ tablosu, Atatürk posteri ve dev Türk bayrağı sönmeyen meşaleler eşliğinde denizden çıkarıldı. Vatandaşlar ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarının da hazır bulunduğu anma töreninde 3 paraşütçü de Atatürk posteri ve Türk bayrağı açtı. Saat 9.05’te 15 Temmuz Şehitleri Köprüsü’nde saygı duruşunda bulunmak isteyenler otomobilleriyle, 

 


 motosikletleriyle köprü girişinde dakikalarca bekledi. Saat tam 9.05’te köprüde trafik durdu.  Dolmabahçe Bezm-i Alem Valide Sultan Camisi’nde Atatürk için mevlit okutuldu. Üsküdar’daki Karacaahmet Sultan Dergâhı Cemevi’nde Atatürk’ü anmak için lokma döküldü. Vali Yerlikaya ve Büyükşehir Belediye Başkanı  İmamoğlu vatandaşlara lokma dağıttı.

Not : Yüce insan ulu önderim Atama saygılarımla

#Tulpar Teması #tulpartema

 

Not : Tulpar Teması tanıtımı için yayınlanmış yazıdır boş boş yazı olacağına tarih bilgi kultür yazıları olsun istedim

Roma Rakamları Nedir? Nasıl Kullanılır?

Roma Rakamları

Roma rakamları birbiriyle kombine 7 sembol ile yazılır. Semboller, orijinal olarak, I, V, X, L, C, D, M harfleriyle karıştırılan grafik işaretlerdir. Her sembol sırasıyla 1, 5, 10, 50, 100, 500, 1000 sayısal değerleri temsil eder. Diğer sayılar, toplama ya da çıkarma kurallarına uyarak çeşitli sembollerin bir araya getirilmesiyle oluşturulur. Romen sayımında sayılar soldan sağa doğru yazılır. Genel bir kural olarak, semboller azalan değerle düzenlenir.


 

Neyse ki Roma rakamlarını kullanmıyoruz. Hele bir MDCCCXXXVIII bölü DCCCXLIX işlemini yapmaya kalkın bakalım, yapabilecek misiniz? Fakat en azından bu bir ondalık sistemdir: I = 1, V = 5, X = 10, L = 50, C = 100, D = 500 ve M = 1000. Şimdi mümkün olabilecek en ekonomik şekilde, en yüksek sayıdan başlayarak bunları birbirine ekleyin: ör. CCCXXXVI = 3 tane yüz, 3 tane on, bir tane 5 ve bir tane 1; sonuç 336 gibi. Yalnızca tek bir şey karışık: Bir harf, kendinden daha büyük bir sayıdan önce geldiğinde küçük sayı, büyükten çıkartırılır. Yani VI 6 demekken, IV 4 demektir; CX 110 demektir ama XC 90 demektir. Bununla beraber, toplama sistemini burada görmek pek de alışılmamış bir şey değildir; ör. 4 IV ile temsil edilir, yani IV = 4’tür. Roma rakamlarının en önemli özelliği 0 rakamının bulunmamasıdır. 0 sayısı 9. yüzyılda matematikçi Harizmi tarafından bulunmuştur.

Roma Rakamlarının Kökeni

Bu sembollerin nereden geldiği bilinmiyor. Yapılan tahminlerden biri, bunların kökeninin Etrüsklere dayandığı ve esasen bir sopaya atılan çentikler olduğu yönünde. Yani “I” tek bir çentikti, her beşinci çentik bir çift çizik, yani “V“ ve her onuncu çentik bir çaprak çizik, yani ”X” idi. Bu da IV = 4’ün nereden çıktığını açıklar: I II III sırasında V’den önce gelen çizikti vs. İnanılmaz bir şey ama bu sistem, Avrupa’da 12. yüzyıla kadar, Hint sistemi üzerine kurulu ve sıfırı da olmak suretiyle tam bir sistem olan Arap sistemi onun yerini alana dek kullanılmıştır. Bu önemli devrim çok büyük oranda Leonardo Fibonacci’nin öncülük eden çalışması Liber Abaci “Hesaplama Yöntemleri Kitabı” ile meydana gelmiştir (13. yüzyıl başları).

Sırası gelmişken belirtelim; maliye anlamına gelen “Excheguer” kelimesi de farklı desenlerde karolardan oluşan, ekose (İngilizcesi “cheguered”) bir masa örtüsünden esinlenilerek türetilmişti. Bu örtünün üzerine Roma rakamlarının farklı değerlerini ifade edilecek şekilde küçük markalar ya da pullar (“checker”) konulurdu. İnsanın gözünü korkutan Roma sayı sisteminde hesaplama yapmayı basitleştirmenin bir yoluydu bu.

Roma Rakamları Nedir? Nasıl Kullanılır?
Roma Rakamlarının 1’den 100’e kadar yazılışı.

1-Roma Rakamlarının 1’den 20’ye Kadar Yazılışı:

1 – I

2- II

3- III

4- IV

Not: Roma rakamları yazılırken aynı rakam 4 kez üst üste kullanılmaz. Bu nedenle 4 rakamı ”IIII” şeklinde yazılamaz. Onun yerine ”IV” kullanılır.

5- V

6- VI

7- VII

8- VIII

9- IX

10- X

11- XI

12- XII

13-XIII

14- XIV

15-XV

16-XVI

17- XVII

18-XVIII

19 – XIX

20- XX

Not: ”V” ya da ”X” gibi büyük rakamların sol tarafına gelen sayılar, bu büyük rakamlardan çıkarılarak okunur. Sağ kısma gelen rakamların toplanarak okunması gerekir.

Örnekler:

IX – 10’dan 1 çıkarılır ve 9 olarak okunur.

XV – 10 ve 5 toplanır – 5 olarak okunur.

VIII – 5 ve 3 toplanır – 8 olarak okunur.

2- Roma Rakamlarında 20’li Sayılar.

21 – XXI

22- XXII

23- XXIII

24- XIV

25- XV

26- XVI

27- XVII

28-XXVIII

29- XXIX

3- 30’dan 50’ye Kadar Roma Rakamlarının Yazılışı:

Romen rakamlarında 30 sayısının karşılığı XXX’dir. Ancak aynı rakamların 4 kez yazılması kurallara aykırı olduğu için 40 sayısı ”XXXX” şeklinde yazılamaz. Bunun yerine ”XL” kullanılır.

40 – XL / X – 10 / L- 50 / 50 – 10 = 40

Örnekler:

33 – XXXIII

36- XXXVI

38- XXXVIII

41 – XLI

43- XLIII

45- XLV

47 – XLVII

48- XLVIII

4- 50’den 100’e Kadar Roma Rakamlarının Yazılışı

51 – LI

52 – LII

52 – LII

55 – LV

57 – LVII

59 – LIX

60 – LX – X (10) L rakamlarının sağ kısmına getirildiği için 50 + 10 = 60

61 – LXI

63 – LXIII

66- LXVI

69 – LXIX

70 – LXX – 50 + 10 + 10 = 70

71 – LXXI

73 – LXXIII

76 – LXXVI

78- LXXVIII

79 – LXXIX

80 – LXXX – 50 + 10 + 10 + 10 = 80

81 – LXXXI

84 – LXXXIV

87 – LXXXVII

88 – LXXXVIII

89 – LXXXIX

Not: Roma Rakamlarında 100 yazmak için ”C” harfi kullanılır. 90 sayısını yazmak için de bu harfin yanına X getirilir.

XC – 100 – 10 = 90

91 – XCI

94 – XCIV

95 – XCV

97 – XCVII

98 – XCVIII

99 – XCIX

5- Roma Rakamlarında Diğer Sayılar

101- CI

120 – CXX

122 – CXXII

125 – CXXV

150 – CL

152 – CLII

155 – CLV

160 – CLX

200 – CC

300 – CCC

500 – D

400 – CD – 500 – 100 = 400

1000 – M

1100 – MC

1500 – MD

1550 – MDL

1600 – MDC

2000 – MM

2100 – MMC

2200 – MMCC

2300 – MMCCC

Kaynakça:
  • Geldim Gördüm Yendim – Romalılar Hakkında Bilmek İsteyeceğiniz Her Şey – Peter Jones. Say Yayınları.

 

Not : Tulpar Teması tanıtımı için yayınlanmış yazıdır boş boş yazı olacağına tarih bilgi kultür yazıları olsun istedim

Sümer Uygarlığı

Sümerler

M.Ö. 4.000 yıllarında Mezopotamya (ırmaklar arası) denilen bölge bir göç dalgasıyla sarsılır. Bölgenin konukları, sonra da ilk sahipleri olah bu Asyalı göçmenler uzun yıllar süren yerleşme çalışmalarına başlarlar orada ve özellikle de bölgenin aşağı kesimini kendilerine yurt edinirler. Tarih ”Sümerler” adını veriyor bu uygar göçmenlere ve ”yazının mucitleri” olarak yüceltiyor onları. Yazının bulunuşuyla, bin yılların oluşturduğu kültür birikimi kolayca taşınabiliyor bir bölgeden ötekine. Sümerler de yazılı uygarlığın öncüleri olarak tarih dönemlerini başlatıyorlar.


 

Sümerler’in Mezopotamya’daki konumu

Sümerlerin, arasında kendilerine yurt kurdukları bu iki ırmak Dicle ve Fırat. Sümerler’in gelişlerine değin boş olan bu yöre sürekli su baskınlarına uğradığından her yan bataklıklar içinde. Sümerler bu bataklıkları kurutuyorlar; tarlaları sulamak için kanallar açıyorlar; taşmaları önlemek için setler yapıyorlar. Su baskınlarından korumak için evlerini setler üzerinde kuruyorlar, kentlerini surlarla çeviriyorlar. Surların gerisinde de saraylar ve Zigguratlar bulunuyor.

Sümerler Kimdir? Mezopotamya'nın Öncüleri Sümer UygarlığıZigguratlar

Nedir bu Zigguratlar? Öncelikle birer tapınak, ardından da birer gözlem kulesi Sümerler’in, çağlarına göre gökbilimde de ileri oldukları göz önüne alınırsa, bu zigguratların işlevi daha kolay anlaşılır. Ayrıca, ziggurat deyip de geçmeyelim. Bugün, birçok dilin bir arada konuşulduğu bir yeri anlatmak için kullandığımız ”Babil Kulesi” deyimi ta bin yıllar ötesi Mezopotamya’sından süzülüp gelmiş günümüze. Babil Kulesi bir ziggurattan başka bir şey değil. Tevrat’ın birinci kitabı Tekvin’in on birinci’bölümünde anlatıldığına göre; Tufan’dan sonra insanlar aynı dili konuşurlarken, yerleştikleri Sinear bölgesinde kendilerine bir şehir ve yüksek bir kule kurarlar. Tanrı da birbirlerini anlamasınlar diye onların dilini orada karıştırır. Sinear, Sümerler’in yerleşmiş oldukları Aşağı Mezopotamya’ya verilen addır.

Ziggurat - Sümerler
Ur Zigguratı

Gördüğümüz gibi, binlerce yıl öncesinin ziggurat kavramı Kutsal Kitap’ta da yer alarak günümüze değin ulaşıyor. Sümerler’in öncülük ettiği Mezopotamya uygarlığı daha sonra Babil ve Asurlular tarafından Anadolu’ya da taşınacak, kendisi de Anadolu uygarlık ve kültüründen etkilenecek ve oluşacak bu sentez, bir inanç siştemi içinde bir yandan daha sonra ortaya çıkacak olan tek Tanrılı Göksel dinleri etkilerken öte yandan da çok Tanrılı Yunan dini ve mitolojisine ve onun “Yunan” diye bilinen birçok kavramına kaynak hazırlayacaktır.

Din ve Bilimin Öncüsü Sümerler

İlk çağlar, bilindiği gibi dinin, bilimin ve efsanelerin içiçe yaşadıkları dönemdir. İnançların ve onlardan doğan efsanelerin kişi ve toplum üzerindeki etkileri ise çok güçlüdür. Efsaneler, bir toplumun düşünme ve hayal gücünü gösterir. Bir “başka deyişle, kişilerin doğa karşısındaki davranış biçimlerinin ürünleridir dinler ve efsaneler. İlkel insan esen yele, yağmura, gök gürültüsüne, yıldırıma, doğuma, ölüme, gece ve gündüze kendince anlamlar verir. Kendine göre yorumlar doğa olaylarını. Bu davranış ve yorumlardan da dinler ve efsaneler çıkar ortaya.

Deneye ve gözleme dayanan pozitif bilimlerin gelişmesi için bin yılların geçmesi gerekecektir. Gözlem bütünüyle yok değildir gerçi. Ancak, olaylar arasında neden-sonuç ilişkisi, neden-üstün güç biçiminde kurulur. Doğa olayları bir üstün güce bağlanır, çoğu zaman da doğrudan bir üstün güç, bir tanrı ya da tanrıça tarafından temsil edilir. Henüz deney ve gözlemle bir neden-sonuç ilişkisine varmaya yatkınlıktan uzak ilkçağ insanının doğayı açıklama biçimidir ilkel din ve efsaneler.

Ur Kraliyet Sancağı - Sümerler
Ur Kraliyet Sancağı

Eski Yunan inanışına göre yıldırımları fırlatan doğrudan baştanrı Zeus’tur örneğin. Depremi Poseidon yapar. Helios tanrı, güneşin kendisidir. Lodos, poyraz diye adlandırdığımız fırtınalar Lotus ve Boreas adıyla kişileşmiş doğa güçleridir. Gökkuşağı Eski Yunanlara göre tanrılar arasında habercilik görevi yapan tanrısal bir genç kızdır. Ve böyle nice örnekler vardır daha. Basit birey, bu inançlar içinde yaşarken M.Ö. 7. Yüzyıldan başlayarak Anaksimenes, Anaksagoras, Thales, Herakleitos gibi Anadolulu düşünürler bu kavramları çoktan bir yana iterek bilimsel düşünceye doğru yönelmişlerdir. Ama, kaynağını Mezopotamya ve Anadolu’dan alan bu çok tanrılı inanç sistemi varlığını. M.S. 4. Yüzyıla değin sürdürür.

Sümerler uygarlığın öncüleri oldular. Ama, bilimsel düşünceye ulaşmak için vakit çok erkendi henüz. Bu nedenledir ki, onlar da kendilerince bir inanç sistemi kurarak doğa olaylarını açıklamaya çalıştılar. Ve bu sistem sonraları tek Tanrılı ”Göksel dinlere”de kaynaklık etti.

Sümer Tanrıları

Sümer panteonunda çeşitli tanrıların adı geçmekle birlikte tapım, üç tanrı çevresinde toplanıyor daha çok: An, Enlil ve Nin-Hur-Sağ. Tüm evren bu tanrılar arasında pay edilmiş: An’a gökyüzü, Enlil’e hava ve yer, Enki’ye de Apsu yani “Boşluk”un tatlı suları verilmiş. Efsaneler oluştukça bu tanrıların sayıları, görevleri ve kişilikleri de değişiyor. Başka tanrılar da çıkıyor ortaya. Bunlardan Nammu sonraları önem kazanıyor. Denizler tanrıçası olan Nammu, Yer ve Gök’ü doğuruyor. Denizin bütün tanrıların anası sayılması belki de, ilk insanların, suyun her şeye hayat verdiğini görmelerinden ileri gelmekte.

Sümer din adamı heykeli
Sümer din adamı heykeli

Bu öyküleri dikkatli bir gözle incelediğimizde Sümerler’ de kaynağını bulan, Mezopotamya uluslarınca yaratılmış Enuma Eliş’in, Hesiodos’un yapıtı “Theogonia” üzerindeki etkisi belirginleşiyor. Enuma Eliş Mezopotamya tanrılarının, Theogoni ‘da Eski Yunan tanrılarının doğuşlarını anlatıyor. Her iki yaratılış destanında da büyük benzerlikler var. Bu makele bizim de amacımız zaten Doğu-Batı efsaneleri arasındaki bu benzerlikleri ve etkileri belirlemek. ”

Enlil daha sonra, hava ve yer tanrısı olma niteliğinin yanına, ”Rüzgârların Efendisi” olma niteliğini de ekleyerek baş sıraya yükseliveriyor. Ayrıca, insanoğluna gerekli araçları veren ve doğayı onun buyruğuna koyan da Enlil. Bir Sümer şiiri bunu şöyle anlatıyor:

Kararından dönmeyen tanrı Enlil

iyiyi ve güzeli yaratı.

Gök’ü Yer’den

Yer’i Gök’ten ayırdı

Bolluk ve bereket getirdi yeryüzüne.

Sümerler’in Yazılı Destanları

Sümer şehir-devletleri ortadan kalkınca, bunların yerlerini birer Sami toplumu olan Babilliler ve Asurlular alıyor. Sümer yazılı destanları, Akkadca, Asurca ve Babilce’ye çevriliyor. Bu yeni toplumlar inançlarını da Sümerler’den alıyor ve ona kimi katkılarda bulunuyorlar. Sümer devletleri tarihten silineli bir hayli zaman olmuştur gerçi, ama kültür ve uygarlıkları her alanda etkilerini sürdürmektedir hâlâ. Artık konuşulmayan bir dil olan Sümerce, bir kültür dili olarak Babil ve Asur okullarında okutulmaktadır. Sümer düşüncesinin yarattığı inanç sistemi Anadolu uygarlıkları üzerinde de etkili olur. Ne var ki, Anadolu uygarlığı da Mezopotamya’yı etkiler.

Sümer çivi yazısı ile yazılmış kil tablet
Sümer çivi yazısı ile yazılmış kil tablet

Bu karşılıklı etkilenmeler sonucu ortaya çıkan sentez ise giderek göksel dinler üzerinde gösterir ağırlığını M.Ö. 15. Yüzyıldan başlayarak Yunanistan’daki Miken uygarlığının -daha çok da deniz yoluyla- Doğu dünyasıyla ilişkiye geçmesi sonucu birçok inanç kavramı Batı’ya geçer. Dahi ozan Homeros, İlyada ve Odysseia adlı dev yapıtlarında, yüzyıllar boyu Anadolu’da ve Mezopotamya’da anlatılan efsanelere yeni bir yorum getirir. Hesiodos da ”Theogonia” (Tanrıların Doğuşu) adlı yapıtında evrenin ve dünyanın yaratılışı konularına çözüm getirmeye çalışır; tanrıların, yarı tanrıların, kahramanların soyağacını verir; onların maceralarını anlatır. Yunan inanç sistemi bu efsanelerle örülü olarak ortaya çıkar böylece. Gılgamış Destanı ve Tufan olaylarını ayrı paylaşım olarak yapacağız, takipte kalın…

Kaynakça:

  • Uygarlıklar Kavşağı Anadolu – Derman Bayladı.

 

Not : Tulpar Teması tanıtımı için yayınlanmış yazıdır boş boş yazı olacağına tarih bilgi kultür yazıları olsun istedim

Akkad Uygarlığı

Akkad Uygarlığı

Akkadlar MÖ 2350 ile 2150 arasında Mezopotamya’da varlık göstermiş bir ilkçağ uygarlığıdır. Sami yani Arap ırkındandırlar. MÖ 3. binde Mezopotamya’ya göç ettikten sonra, Mezopotamya’nın kurucu kültürü olan Sümerler’in sitelerinde (şehir) işçi olarak çalıştılar. ancak daha sonra Sargon liderliğinde ayaklanarak kendi devletlerini kurdular. Sümerler şehir devletleri şeklinde yönetilirdi. yani her bir şehrin başında bir kral bulunurdu. Ancak Akadlar Sümerleri örnek almadı ve merkezi bir yönetim kurdular. mutlak monarşi yönetimini benimseyerek dünyanın ilk merkezi krallığını kurdular.



Akadlar, dünyanın ilk merkezi krallığını kurarak kalmamış, zamanlar sınırlarını genişleterek tarihte bilinen ilk imparatorluk yapısını da meydana getirdiler. Bu imparatorluğu korumak için de tarihte bilinen ilk düzenli orduyu kurdular. bu düzenli ordu yaya askerlerden oluşuyordu. Kendilerine özgü bir yönetim kuran Akadlar, kültürel açıdan Sümerlerden etkilendiler. ancak Mezopotamya’daki diğer devletler gibi Akadların da bir gün sonu geldi. Sümerlerin saldırılarıyla zayıfladılar, Gutiler tarafından da varlıklarına son verildi. Akadlar, tarihte çok önemli bir yere sahip olan bir uygarlıktır. ilklerle tarihe damgasını vuran bir Mezopotamya uygarlığıdır.

-İlk merkezi krallık Akadlar tarafından kuruldu.

-İlk imparatorluk Akadlar tarafından kuruldu.

-ilk düzenli ordu Akadlar tarafından kuruldu.

Akkadlar

Akkadlar ve Sargon Dönemi

M.Ö. 2350’lerde Akkad şehrinde Sargon’un liderliğinde Akkad devleti kurulmuş ve Mezopotamya’ya hâkim olmuşlardır. Ayrıca Sargon Sümer şehir devletleri olan Ur, Uruk, Lagaş, Umma kentlerini ele geçirdikten sonra Mezopotamya’da Sümer yönetimi son bulmuştur. Sümer Kral listesine göre Akkad Devletinin kuruluşu: “Uruk silahla vuruldu, krallık Agade’ye geçti. Hurma bahçıvanının evlatlığı, sonraları Kiş kralı UrZababa’nın sakisi olan Sargon kral oldu. Agade’yi kurdu ve 56 sene idare etti.” Naram-Sin dönemine ait bir belgede ise Akkad devletinin kuruluşu şöyle anlatılıyor: “Atam Şarrukenu(Sargon) Uruk şehrini yıktı. Kişlilerin hürriyetini verdi, burunlarındaki halkaları ve ayaklarındaki zincirleri kırdı.”

Akkad Uygarlığı Sargon
Kral Sargon

Sargon Mezopotamya’da siyasi birliği sağladıktan sonra kendisini “Şarkişşati” yani “Dünya Kralı” ilan etmiştir. Sargon’un doğuda Elama, kuzeydeki dağ kavimlerine, Suriye ve Lübnan’a, Toroslara kadar küçük Asya’ya yaptığı askeri seferler, onu haklı olarak tarihin “ilk dünya hakimi” yapmıştır. Arkeolojik olarak belgelenemese de, yazıtlara göre Sargon, Tuz Gölü’nün güneyindeki Puruşhanda(Acemhöyük) adlı kentte oturan Akkadlı tüccarların yardım istemesi üzerine ordusuyla orta Anadolu’ya sefer düzenleyen ilk kraldır.

Akkadlar
Sargon

Basra körfezi ticareti için en önemli noktalarından biri Fırat kervan yolu olduğunu anlayan Sargon bu ticaret yolunu ele geçirmiştir. Bir vesikada: “Fırat kenarındaki Tuttul şehrini zaptedince, bu şehrin tanrısı Dagan’a kurbanlar sunduğu, bunun üzere adı geçen tanrının Mari, İbla ve İarmuti memleketlerinin hâkimiyetini Sedir ormanlarına (Amanoslar) ve Gümüş dağlarına (Toroslar) kadar Sargon’a verdiği” belirtilmektedir. Sargon 56 yıllık saltanatı boyunca birçok zaferler kazanmıştır ve dünya tarihinde bilinen ilk imparatorluğu kurmuştur. Ölümünden sonra efsaneleştirilmiştir. Sargon son yıllarında tanrının gazabına uğramıştır. Bu yüzden açlık, kıtlık, isyan ve çeşitli felaketlerle uğraşmak zorunda kalmıştır. Tam olarak bilinemese de bir suikast sonucu öldüğü düşünülmektedir.

Kaynakça:

  • Bülbül, Cemil. Eski Çağ Tarihinde Sami Göçleri. Afyon: Yüksek Lisans Tezi, 2005.
  • İplikçioğlu, Bülent. Eski Çağ Tarihinin Ana Hatları. İstanbul: Bilm Teknik Yayınevi, 1994.
  • Köroğlu, Kemalettin. Eski Mezopotamya Tarih. İstanbul: İletişim Yayınları, 2006.
  • Memiş, Ekrem. Eski Çağda Mezopotamya. Bursa: Ekin Yayınevi, 2012.
    Nissen, Hans J. Ana Hatlarıyla Mezopotamya. İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2004.
  • Yiğit, Turgut. «İlk Tunç Çağı’nın Son Evresinde Anadolu’nun Siyasal Görünümü.» Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi Cilt: 21, Sayı: 33 (2003): 168-178.
  • Akkadlar Dönemi ve Anadolı Dönemi İlişkileri – Mustafacan BAŞTOPUZ.
  •  

Not : Tulpar Teması tanıtımı için yayınlanmış yazıdır boş boş yazı olacağına tarih bilgi kultür yazıları olsun istedim